Bugün dünyanın en saygın eğitim kurumlarında ders veren tarafsız bilim insanlarına sorun, “Dünyanın mucizevi devrimleri ne zaman, nerede gerçekleşmiştir?” diye. Alacağınız cevap, hiç kuşkunuz olmasın, “Yirminci yüzyıl başlarında, Türkiye’de” olacaktır. I. Dünya Savaşı’nda kılcal damarlarına kadar girilmiş, Batılı müttefikler tarafından parsel parsel bölüşülmüş bir ülkenin Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde nasıl şaha kalktığı gözler önündeyken başka hangi örneği vereceklerdi ki…
Hangi birini söyleyelim:
Harf Devrimi’ni mi, Kıyafet Devrimi’ni mi, kadının erkekle eşit statüye kavuşmasını mı, Soyadı Kanunu’nu mu, egemenliğin kayıtsız şartsız halka devredilmesini mi?
Ve elbette eğitim reformunu mu?..
Yıl 1933. Türkiye Cumhuriyeti henüz on yaşındadır. 52 yaşındaki Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal, ertesi yıl yürürlüğe girecek olan ve devrimlerin çok önemli bir parçası olan yasayla “Atatürk” soyadını alacaktır.
Almanya’da Nasyonal Sosyalistler iktidara gelir. Adolf Hitler önderliğindeki aşırı sağ partinin başlıca hedefi, saf bir ırk yaratmaktır. Ve II. Dünya Savaşı’nın sonuna kadar, yani on iki yıl boyunca, saf Alman kanı taşımayanlara karşı kıyım başlar. Öyle bir kıyımdır ki bu, özellikle Yahudi kökenli Alman vatandaşları, ebe-bebe ayırmaksızın, bugün utanç müzesi olarak ziyaret edilen toplama kamplarındaki gaz odalarında, toplu halde katledilirler… Fazla ayrıntıya girmeyelim. Hepimiz zaten neler olduğunu okuduk, kıyıda köşede kalmış kahredici öyküler ortaya çıktıkça da okumaya devam ediyoruz. Gerçeklerden bir kesiti de yedi dalda Oscar Ödülü kazanan “Schindler’in Listesi” filminde ve diğer birçok yapımda izledik…
İşte Almanya’dan ya da ölüm kamplarından kaçmayı başaranlardan önemli bir kısmının ilk durağı, genç Türkiye Cumhuriyeti toprakları oldu. Cenevreli pedagoji profesörü ve siyaset bilimcisi Albert Malche, Türk üniversitelerinde reform ihtiyaçlarını ve olanaklarını araştırmak ve gerekli önerileri yapmak üzere Türk Hükümeti tarafından görevlendirildi.
Malche’nin verdiği bilgiler, Türk Hükümeti’ne ve Eğitim Bakanı Reşit Galip’e benzersiz bir fırsat sundu. Faşist rejim nedeniyle Almanya’dan göç etmek zorunda kalan tanınmış bilim insanları, Türkiye’deki eğitim reformu çalışmalarında yer alacaklardı.
Öncelikle İstanbul ve daha sonra Ankara’da çağdaş üniversitelerin kurulmasına katkı sağlayacaklardı. Bu bilim insanlarından bazılarının adlarını ve kariyerlerini hatırlayalım:
*Prof. Ernst Reuter: 1935-1946 yılları arasında Ulaştırma Bakanlığı’nda idari ve trafik konularında uzman olarak çalıştı, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesinde yerel politika ve şehir planlaması profesörü olarak görev yaptı, Şehir Planlaması Enstitüsünün kurulmasında görev aldı.
*Prof. Dr. Ernst E. Hirsch: 1933’ten sonra İstanbul ve daha sonra Ankara Üniversitesinde ticaret hukuku, hukuk sosyolojisi ve hukuk felsefesi dersleri verdi.
*Prof. Dr. Gerhard Kessler: 1933-1951 arasında İstanbul Üniversitesinde ekonomi politikası dalında çok sayıda öğrenci yetiştirdi, 1946’da Orhan Tuna ile birlikte ilk Türk sendikasının kuruluşunda yer aldı.
*Prof. Dr. Fritz Neumark: 1933–1951 arasında İstanbul Üniversitesi’nde ekonomi politikası kürsüsündeyken aynı alanda hükümet danışmanıydı.
*Prof. Dr. Alexander Rüstow: 1933–1949 arasında İstanbul Üniversitesinde ekonomi tarihi ve ekonomi coğrafyası öğretti.
*Prof. Paul Hindemith: 1935–1937 arasında Türkiye’ye dört kez geldi ve Ankara’da bir devlet konservatuvarının kurulması ve Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nın yenilenmesi için öneriler hazırladı. Bunun için Ernst Praetorias, Eduard Zuckmayer, Carl Ebert ve Licco Amar gibi uzmanların görevlendirilmesini önerdi.
*Dr. Ernst Praetorius: Felsefe hocasıydı, 1933’te Nasyonal Sosyalistleri protesto amacıyla Weimar’daki Müzik Genel Müdürlüğü görevinden istifa etti ve 1935’ten itibaren Ankara’da Prof. Hindemith’in ekibine katıldı.
*Carl Ebert: 1936’da tiyatro okullarının kurulmasına yönelik bilirkişi raporu sundu ve Devlet Konservatuvarında öğretim görevlisi oldu.
*Eduard Zuckmayer: 1936’dan itibaren Hindemith ve Ebert ile birlikte Ankara Devlet Konservatuvarını kurdu ve yönetti. Hayata gözlerini yumduğu 2 Temmuz 1972 tarihine kadar Ankara’da kalarak üniversitede öğretim görevlisi, konser piyanisti, orkestra şefi ve hükümet danışmanı olarak görev aldı.
*Bruno Taut: “Neues Bauen” adıyla tanınan çağdaş mimarlığın en tanınmış temsilcisiydi. 1936’dan öldüğü 1938 yılına kadar İstanbul Güzel Sanatlar Akademisinde görev yaptı. Aynı dönemde Mimarlık Bölümü Başkanlığını da üstlenmesinin yanı sıra Milli Eğitim Bakanlığı İnşaat Bölümü’nde çalıştı. Schütte, Lihotzky, Deppler, Hillinger gibi meslektaşlarıyla okul binalarının projelerini hazırladı. Ankara Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Binası onun çizdiği projeyle 1937’de inşa edildi.
*Clemens Holzmeister: 1940’ta hem İstanbul Teknik Üniversitesi öğretim görevlisi olarak görev aldı hem de Atatürk’ün emriyle Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Çalışma Bakanlığı binalarının projelerini ve inşa edilmelerini üstlendi.
*Hans Gustav Güterbock: 1936-1948 arasında Ankara Üniversitesi Arkeoloji bilim dalında öğretim görevlisiydi.
Ve bugün…
Sadece 729 bini ikametgâh adreslerinde bulunamayan sığınmacılar. Bu konuda bir şey yazmama gerek yok. Bir yanda Atatürk’ün ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kanatları altına sığınan ve borçlarını, binlerce öğrenci yetiştirerek ödeyenler diğer yanda hiçbir değer üretmeyen ve hemen hemen her şeye zarar veren bir göçmen topluluğu! Kıyaslamayı siz yapın.
Son söz:
E haliyle düşünmeden edemiyor insan.
Acaba birileri, onca değerli kişiyi faşizmin pençesinden kurtarmanın intikamını mı alıyor Türkiye’den?