Canlılar fanidir.
Doğarlar, 3-5 saatten, 300-500 yıla kadar değişen farklı sürelerde yaşar ve ölürler.
İnsan dediğimiz türün ömrü de ortalama 70-75 yıl. 200 küsur yıl önce bunun yarısına yakınmış bu ortalama süre.
Geçen yüzyılda da uluslararası istatistiklere baktığımızda örneğin 1930’ların sonunda da 60-65 arasıydı.
Bu toprakların yetiştirdiği en yüce kahraman olarak sonsuza dek anacağımız “Atatürk”ümüz ise 1938’e gelindiğinde bu sınırı aşamadı.
Ama hem yaşadığı süre içinde hem de ölümünden bu yana aradan geçen 86 senede, belki de yüz milyonlarca faninin bu topraklara katabileceğinin toplamına eş değer katkısı oldu.
“Mürşit”ler böyledir.
Zamana bağlı olmadan hesaplanır katkıları.
57 değil, hayatının ilk 37 senesinde bile yaptıkları ile bıraktığı izden dolayı çok şey borçlu olduğumuz bir faniden söz ediyoruz.
İşte tam da o “iz”dir, onu unutturmak, onu bu toprakların hafızasından silebilmek için gösterdikleri gayretin nedeni.
Ta 1910’lardan beri Yedi Düvel’in yapmak isteyip de yapamadıklarını son 23 yıla “sığdırabilme” başarısını gösterdikleri için kendilerini kutluyordur birileri.
Bu talihsiz ve meşum (uğursuz) “başarı” ve “misyonun” adı şöyle konulabilir:
“Mürşidi Öldürmek…”
En başta o “vizyonu” ve onun yüreğinde taşıdığı yüce ülküyü öldürmek için an içmiş bir güruhla karşı karşıya olduğumuzu yaklaşık çeyrek asırdır söylüyoruz.
Kimseye anlatamıyoruz ama.
Bu öyle, basit bir “cinayet çabası”ndan ibaret değil.
Bu öyle, ismini her yerdeki tabelalardan indirmek, isminin verildiği havalimanlarını, stadyumları, binaları, meydanları fiilen tahrip edip fiziken ortadan kaldırmaktan ibaret bir basit bir “yıkım” pratiği değil.
Bir “mürşidi öldürmek” kadar ağır ve hunharca bir cinayet olamaz.
En başta onun “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir.” sözünü özümsemiş herkesin bileceği üzere, bu topraklarda ilk önce “Bilime olan saygıyı, bilime olan güveni, bilimin yol göstericiliğinin gerekliliğini” unutturmaya gayret ettiler.
Ve maalesef başardılar.
İlkokuldan, hatta anaokulundan başlayarak üniversitelere kadar verdikleri hasara bir bakın, anlayacaksınız ne demek istediğimi.
Bilimin yerine bilmem kaç bin yıllık hurafeleri enjekte ettikleri beyinlerde oluşturdukları tahribatın, bu ülkenin geleceğinde kaç “on yıl” onarılamayacağını anlatmaya gerek var mı?
O ki “Bir gün benim sözlerimle bilim çeliştiğinde bilimi tercih edin, onun yolundan gidin.” mealindeki özdeyişinde tam da bunu anlatmak istemişti.
Onun sözlerini terk etmenin de ötesinde “bilimin terk edilmesi” zaten her şeyi izah etmiyor mu?
Çağdaş uygarlık seviyesinin çağdaş ilimin peşinden giderek yakalanabileceğini, daha 1930’larda kavrattığı bu milletin, aradan geçen 100 yıllık süre sonunda, onun öğretisinden bu kadar kolayca uzaklaşmaya razı olması, kimseyi pek rahatsız etmemişe benziyor. Onun yolundan her şeye rağmen gitmekten vazgeçmeyen, belki de bir azınlığın haricinde…
Mürşidi öldürmek.
En ağır, en menfur, en canavarca cinayettir bu topraklarda işlenmiş ve belki de budan sonra işlenmesi muhtemel olan.
Gerisi çok da önemli değildir.
Bir gün rejim değişip de Ulu Önder’in adına yapılmış stadyumları, köprüleri, havalimanlarını, yolları, tesisleri barajları vs. misliyle geri getirmek, bu anlattığım cinayetin yanında ziyadesiyle sembolik kalmıyor mu?
“Mürşit cinayeti”nin etkisi, kalıcı etkisi, yankıları, her şeyin üzerinde bir anlam taşımıyor mu?
Bunu anladığımız gün, başımıza geleni daha iyi kavrayacağız belki de.
Ruhu şad olsun.