Türkler, değişik dönemlerde başka ülkelerin özgürlük ve kurtuluş mücadelelerine katılmış, cephede savaşmış, bazen de hayatlarını vermişlerdir. Yirminci yüzyılın başlarında İspanya iç savaşında, son çeyreğinde de OrtaDoğu’da FKÖ içerisinde yeralmışlardır. Tüklerin, başka ülkelerin özgürlük ve kurtuluş savaşlarına katıldığını ondokuzuncu yüzyılda da görmekteyiz.
Tarihin en büyük dünya devletlerinden birini kurmuş olan Osmanlı Devleti’nin yapısal düzeni sarsılıp toplumsal parçalanmalar yoğunlaşmaya başlayınca bu çözülmeyi önleyici tedbirler alınmaya başlanır. Bazı devlet adamları ve aydınlar, Avrupa’ya benzeme ve burada bulunan bazı kurumları toplumumuza uygulama anlayışı içine girer.
“Batılılaşma” olarak adlandırılan bu çabaların başlangıcı 18. yüzyılın yarısına kadar götürülebilir. Islahat hareketlerini yeterli bulmayan ve toplumsal değişimi savunan Tercüme Odası ve Mir’at dergisinden altı arkadaşıyla Namık Kemal, 1865’te biraraya gelir. Nuri Bey, arkadaşlarına özetle şunları söyler:
“Hürriyetten, adaletten ve müsavattan mahrum olarak sürdürülen bu keyfi ve mutlak yönetimden kurtuluşun ancak bir Kanun-i Esasi’yi Padişah’a gerekirse zorla kabul ettirerek Şurayı Ümmet gibi bir Meclis’in kurulmasıyla mümkün olacağına göre, bunu gerçekleştirmek için bir cemiyetin kurulması gerektiği fikrindeyim.” der. Büyükdere Belgrad köyü Valide Bendi’ne bakan ağaçlıklar altında yapılan toplantı sonunda altı genç, “Meslek” adı altında gizli bir örgüt kurar. Cemiyet çeşitli isimlerle biliniyor: Meslek, İttifak-ı Hamiyet (Yurtseverler Birliği), Jeunes Turcs ( Genç Türkler), Erbab-ı Şebab’ı Türkistan (Genç Türkistan) ve Yeni Osmanlılar. Jön Türk ve Yeni Osmanlılar deyimi, ilk önce Avrupa’da kullanılmıştır. Örgütlenmede Lehistan Gizli Siyasi Cemiyeti tüzüğü ile “Carbonari” İnkilap Cemiyeti tüzüğü temel alınır.
Carbonari örgütü, İtalyan milliyetçilerinin hücre temeline uygun bir biçimde oluşturdukları gizli ihtilalci bir cemiyettir. Hatta bu örgütün üyelerinden biri, gazeteci Şinasi Efendi’nin arkadaşı olduğu için İstanbul’a gelmiş ve burada Fransızca gazeteler çıkarmıştır. Gazeteci Şinasi de Paris’te öğrenimini yaptığı yıllarda 1848 İhtilali olmuş, o zaman Paris’te okumakta olan Şinasi de Said Sermedi adlı Arnavut asıllı bir Osmanlı genciyle birlikte Fransız bayrağını Panteon’un kubbesine dikmiştir.
Namık Kemal, “Şu anlaşılıyor ki ihtilal ve inkilapların Avrupa’da başarı sağlamaları, meğer böyle mümkün olabiliyormuş. Bu yüzden olacak, bizde ulu orta başkaldıranlar, baş vermekten başka bir neticeye ulaşamıyorlar.” der.
Kurucuların hepsi de varlıklı ve yüksek bürokratların çocuklarıdır. Beş üyenin oy birliğiyle başkanlığa Nuri Bey, getirilir. Başkan Nuri, arkadaşlarına şunları söyler:
“Arkadaşlarımızca da uygunluk gösterildiğine göre, Ayetullah Bey arkadaşımız, cemiyetimizin tüzüğünü hazırlayacaktır. Şu var ki biz burada bir temel prensibi kararlaştırmalıyız. Karbonari İnkilap Cemiyeti tüzüğüne göre, 19 üye, bir başkanla birlikte bir hücre teşkil etmektedir. Bizimse Lehistan Gizli Siyasi Cemiyeti’nin teşkilatını örnek almamızda fayda vardır fikrindeyim. Bu suretle her altı kişi bir başkanla, yedi kişilik bir hücre kuruluşu meydana getirir. Hücre üyeleri, hiçbir suretle birbirlerini tanımaz ve bilmezler. Ancak hücre başkanları birbirlerini tanırlar.
Bu şekilde teşkilatlandığımız takdirde herhangi bir ihbar ve ihanet karşısında, cemiyetimizin üyeleri korunmuş olur. Ya da hiç olmazsa tek bir hücreye bağlı olanların tutuklanmalarıyla felaket savuşturulur.”
Namık Kemal, “En uygun yol, biz ce de budur. Yeter ki, vatan ve millet hürriyet, adalete ve musavata kavuşsun. Osmanlı milleti bir rahat nefes alsın.”, der. Daha sonra, Kur’an üstüne el basıp ant içtiler.
Meslek adlı gizli ihtilalci örgüt, padişah’ın Meclis-i Hass’ı ziyaretine tesadüf edecek olan 5 Haziran 1867 Çarşamba günü içlerinde silahlı fedailerde bulunan büyük bir kalabalık, Ayasofya Camii’nden Bab-ı Ali’ye gelecek; Ali, Fuad, Mütercim Rüşdi Paşa gibi bazı devlet ricalini öldürecek, Meclis’i dağıtacak, ulemadan beş altı murahhası huzur-ı şahane’ye göndererek, Osmanlı toprakları üzerindeki bütün tebaanın müsavi reyleriyle seçilmiş temsilcilerinden teşekküleden bir millet meclisi kurulmasını amir, anayasal değişikliği bildiren, her çeşit israfatı önleyici bir irade-i seniyye imza ettirecek; sakıt hükümetten inhilal eden yerlere de tevcihat defterinde isimleri yazılı şahısları geçirecekti. Fakat örgüt bu amacını gerçekleştiremeden bazı aksilikler yaşanır. Namık Kemal ile Ziya Paşa, 17 Mayıs 1867 Cuma günü, “Bosfor”adlı vapurla Fransa’ya gitmiştir.
20 Mayıs 1867 Pazartesi günü, devlet memurlarından Azmi Bey, Şakir Bey, Harbiye Nazırlığı memurlarından Tahsin Efendi, müderrislerden Hoca Veliyüttin ve Süeymaniyeli Mehmet Efendiler, Cerrahpaşalı Salih Efendi, evlerinden, medreselerinden alınıp limandaki bir gemiye götürülerek tutuklanır. Örgütün kurucularından Ayetullah Bey’in yapılacak suikasti padişaha ihbar ettiği iddia edilir. Mehmed Bey, Ayetullah Bey’i ihbarcı olduğu gerekçesiyle infaz etmek ister
ama Ayetullah Bey’le yaptığı konuşmadan sonra ikna olur ve bu fikrinden vazgeçer.
Meslek adlı örgütün kurucularından Sağır Ahmet Beyzade Mehmed Bey, Gürci Yusuf Paşazade Nuri Bey, Kayazade Reşad Bey, yurt dışına kaçar. Gözaltına alınan ve tutuklananlardan yaklaşık yirmi beş kişi hüküm giyer. Birinci derecede suçlu bulunanlar on beşer yıl müddetle Akka’da, ikinci derecede suçlu bulunanlar onar yıl müddetle Kıbrıs’ta, üçüncü ve dördüncü derecede suçlu bulunanlar Rodos’a sürgüne gönderilir. Padişah Abdülaziz, Üçüncü Napolyon’un davetlisi olarak Paris sergisini görmek üzere 25 Haziran 1867 Cuma günü, İstanbul’dan yola çıkar. Padişah Abdülaziz, Paris seyahatinden sonra Londra’ya da gider.
Meslek Cemiyetinin ağırlık merkezi, 1867 Haziran ayındaki bu tutuklamalardan itibaren yurt dışına kaymağa başlar. Yurt dışına kaçan veya gidenler, Paris’te bir araya gelir. Paris’te Osmanlı yönetimine karşı muhalefet eden bu topluluğa “Yeni Osmanlılar” denmeye başlanır. Değişik ülkelerde bulunan Yeni Osmanlılar Cemiyeti önderleri, 10 Ağustos 1867 Cumartesi günü, Mustafa Fazıl Paşa’nın Paris Şanzelize Caddesi’ndeki evinde toplantı yapar.
Toplantıda alınan kararlardan sonra, Ziya Bey, Namık Kemal Bey ve Tercüman-ı Ahval gazetesini çıkartan Agah ile Ali Suavi efendiler
Londra’ya; Reşat, Menapirzade Nuri ve Mehmet Beyler de Jersey adasına gider. Fransız yazarlarından Victor Hugo da bu sırada Jersey adasındadır.
Mehmed Bey, Paris’te bulunduğu süre içinde Fransızların çıkarttığı “Liberte-Hürriyet” gazetesine yazılar yazar.
Ali Suavi’nin Londra’da “Muhbir” isimli gazeteyi çıkartması kararlaştırılır. Böylece Yeni Osmanlılar Londra’da, ilk önce “Muhbir” daha sonra “Hürriyet” gazetesini yayımlar. Muhbir gazetesi Londra çevresindeki Hammersmitth’de 31 Ağustos 1867 tarihinde yayımlanmaya başlar. 3 Kasım 1868’e kadar 50 sayı Londra’da yayınlanan gazete, yedinci sayıdan itibaren “Yeni Osmanlılar Cemiyeti” mühürü ile yayınlanır.
Namık Kemal, Ali Suavi ve Ziya Bey’in yönetiminde Londra’da yayımlanan Hürriyet gazetesinin ilk sayısı 29 Haziran 1868 tarihini taşır. Başlığında şunlar yazılıdır: “Yeni Osmanlılar Cemiyeti tarafından iş bu gazete haftada bir kere neşredilir. Havi olduğu mebahis millet ve Devlet-i Osmaniyetinin selamet ve menafiine müteallik hususat olmakla Memalik-i Şarkiye ahalisine meccanen verilip yalnız posta ücreti alınır.”
Hürriyet gazetesinin Londra’daki yayını 28 Şubat 1870 tarihli 88. sayısına kadar sürer. Kısa bir aradan sonra 89. sayısı 3 Nisan 1870’de Cenevre’de çıkar ve 22 Haziran 1870 tarihli 100. sayısıyla yayını sona erdirilir. Namık Kemal, Londra’da iken British Museum’a giderek çalışır. F. Fanon ile dostluk kurar. Namık Kemal ile Karl Marks, bu dönem Londra’da yaşamakta ve gazetelerde yazıları yayımlanmaktadır. Aynı mesleği yapan ve bir dönem aynı şehirde yaşayan iki yenilikçi önderin tanışıp tanışmadığını şimdilik bilmemekteyiz.
Yeni Osmanlılar sadece Londra’da değil Avrupa’nın değişik başkentlerinde de gazeteler çıkartır. İlk sayısı 15 Mayıs 1869’da yayınlanan “İttihad” adlı gazete Paris’te çıkartılır. Direktörü Mehmed Bey’dir. Diğer muharrirleri de Nuri Bey ile Ali Suavi’dir. İttihad adlı gazetenin takib edeceği hareket programı üç nokta üzerinde toplanmaktadır:
1. Türkiye’de hukuk, hürriyet ve müsavatın ilanı
2. Memleket idaresine meşrutiyet ve umumi nezaret sistemlerinin getirilmesi
3. Vatanın içinde bulunduğu tehlikelerle bunlardan korunma çarelerinin gözönüne serilmesi
Padişah Abdülaziz idaresine karşı cephe alan Yeni Osmanlılar Cemiyeti’nin kurucularından Mehmed Bey ile arkadaşları, Cenevre’de “İnkilap” adlı gazeteyi çıkartır.
Mehmed Bey, 28 Nisan 1870’de çıkan gazetenin birinci sayısında yayımlanan bir yazısında özetle şunları yazmıştır:
“İnkılap, namusluların üzerinde edebsizlerin mezalimini defetmekdir. Hiçbir nizam inkılapsız tesis olunamamış ve hiçbir idare inkılapsız islah edilememiştir.”
Paris Sefiri Cemil Paşa, İsviçre Cumhurbaşkanına başvurarak “Halkı ihtilale teşvik eden İnkılap gazetesinin neşrinin önlenmesini” ister. İnkılap gazetesi beş sayıdan sonra kapanır.
Yeni Osmanlılar Cemiyeti üyeleri arasında yöntem farklılığı Avrupa’da iyice açığa çıkar. Mehmed Bey, meşrutiyet ya da cumhuriyetin silahla, Namık Kemal ise kalemle olmasını istemektedir. Namık Kemal’in yöntemi Yeni Osmanlılar için de en etkili olanıdır.
Yeni Osmanlılar Cemiyeti üyelerinin Avrupa’da çıkardığı ve Osmanlı İmparatorluğu’na sokulması yasak olan bu ihtilalci yayınlar, İtalya, Fransa, Rusya, Avusturya ve İngiltere’nin Osmanlı İmparatorluğu’nda kazanmış olduğu posta işletme hakkı nedeniyle Osmanlı İmparatorluğu’nun her tarafına ulaşma olanağı buluyordu.
Örneğin, Beyoğlu Tunel başındaki bir ihtiyar Fransız kitapçısı bu yayınları gizlice satar.
Yeni Osmanlılar Cemiyeti kurucularından Mustafa Fazıl Paşa, beş yüz kuruş aylık vererek Yunan tebasından Yorgi İstenfalis’i bu ihtilalci yayınları İstanbul’da dağıtmağa memur eder. Bunu öğrenen Hüsnü Paşa, Yorgi’yi çağırarak
Mustafa Fazıl Paşa’dan fazla para vererek yayınları dağıtmamasını ister. Yunan tebasından Yorgi İstenfalis, her iki taraftandan da para alır ve yayınların bir kısmını dağıtır, dağıtmıyorum diye bir kısmını Hüsnü Paşa’ya verir, bir kısmını da pahalı satıp üç taraflı istifade eder.
Osmanlı Hükümeti, genel bir af ilan eder ve bu aftan yararlanan Yeni Osmanlılar Cemiyeti’nin bazı üyeleri Avrupa’da kalırken bazıları da 1870’ten itibaren teker teker yurda geri döner.
“Vakıa, devlet kapısından geçinen İstanbul halkının kıçına turp sokulsa harekete mecalleri olmayacak. Fakat ahad-i nas ve taşra halkı ve zabitler bu yolda değiller” diye yazan Namık Kemal, Türkiye’ye dönenler arasındadır.
Bu dönem, Almanya ile Fransa arasında bir savaş başlamış ve Fransa’nın yenilgisi kesinleşmiş, Almanya (Prusya) orduları Paris’i kuşatmaya başlamışlardır.
Komünü ve Fransız Cumhuriyetini savunanlar,
arasında başı fesli yirmili yaşlarda Türkler de vardır. Hareketleri genç, kendileri genç ve çeşitli yeniliklerin etkisi altındadırlar. Ayrıca, bir başka ülkenin özgürlük mücadelesinde gönüllü olarak çarpışan Türk aydınlarıdırlar.
Bu dönem Paris’te bulunan Yeni Osmanlılar Cemiyeti üyelerinden Mehmet, Nuri ve Reşat Beyler, Prusya (Almanya) ordusunun saldırılarına karşı Paris savunmasına katılır.
Ebuziyya Tevfik, “Yeni Osmanlılar Tarihi” adlı kitabında, o tarihte yirmili yaşlarda üç Türk gencinin Paris Komünündeki çarpışmalarını şöyle anlatmaktadır:
“Cephenin gittikçe genişleyerek ta Paris duvarlarına kadar yaklaşmaya başladığı günlerde, ‘Ulusal Savunma Başkanlığı’na getirilen ve ayrıca Paris Valiliğini de üzerine alan general Troucheau -ki hiçbir zaman uygulamak imkanını bulamadığı hayali planı yüzünden sonraları dillere destan olmuştu-
şehri savunma gücünden yoksun bulunanların Paris’i derhal terk etmelerini emir ve ilan etmişti. Bundan dolayı, yerli ve yabancı, pek çok kimse Paris dışına çıkmıştı. Ancak çıkmayan yabancılar da vardı. Bu yabancılar o tarihte yirmi iki, yirmi dört ve yirmi altı yaşlarında bulunan Nuri, Reşat ve Mehmet Beylerdi.
Bu üç Yeni Osmanlı ‘Ulusal Savunma Komitesi’ne başvurarak kendilerini gönüllü
yazdırmışlar ve birçok Fransız soylularının çocuklarıyla, o zamanın Maarif Nazırı Duruy’un yanında, istihkamlara gönderilmişlerdi.
Birbirlerinden hiçbir şekilde ve hiçbir zaman ayrılmayan bu üç arkadaşa Fransızlar tarafından ‘Üç Türkler’ adı takılmıştı. Çünkü nereye bir obüs ya da şarapnel düşüp de birçok kimseyi yaralayacak olsa bu üç arkadaş derhal oradabeliriyor, yaralıları tedavi için ellerinden geleni yapıyor, onları hastahane çadırlarına götürüyorlardı.
Bunların kıyafetleri de bir tuhaftı. Üzerlerinde Fransız askeri elbiseleri vardı. Amma başlarında -doğru bir deyimle püsküllü belamız olan- fesleri olduğu gibi durmaktaydı. Bu tuhaf kıyafet kendilerini asıl Fransız gönüllülerinden ayırıyordu. Zaten ‘Üç Türkler’ diye anılmalarının bir sebebi de bu kılıklarıydı. Ancak yaralılara yardım konusunda öyle değerli hizmetleri görülmüştü ki istihkamların her tarafında onların adı ‘Şefkat’ın karşılığı olarak değerlendirilmekteydi.”
Fransız milli savunma hükümeti Leon Gambetta’nın ve cumhuriyetçilerin çabalarına rağmen, Paris’in etrafındaki Alman ablukası kaldırılamaz ve korkunç bir çarpışmadan sonra 28 Ocak 1871’de Paris teslim olur ve aynı gün mütareke imzalanır.
Nuri, Reşat ve Mehmed Beyler, Paris’ten ayrılıp Belçika’ya gider, Brüksel’de gazeteci Agah Efendi’ye misafir olur.
Nuri ve Reşat beyler, 1872’de Türkiye’de dönmüş ve Namık Kemal’in İbret gazetesinde, komün ve enternasyonali savunan yazılar yazmıştır.
18 Mart 1871’de Paris’te halk ile asker ufak bir kavgaya tutuştular. Bu kavgada halk galebe ederek askeri ve Mösyö Tiyer’in memurlarını Paris’ten çıkardı. Ve o halde memleketin yönetimi devrimcilerin eline geçerek Komün Yönetimi usulü ilan olundu. Bunlar iki ay kadar Paris’te hükümet ettiler.”
Namık Kemal, tarihli Basiret gazetesinde, “Makalenin muharriri daha Versaylıların silah-ı zulmiyle dökülen kanları sokaklarda akarken Paris’te idi.” diye yazarak, Reşat Bey’in, Komün süresince Paris’te bulunduğunu vurgulayıp savunur.
Namık Kemal’in yazdığı “Vatan yahut Silistre” oyununda İstanbul’da itibaren oynanmaya başlanır. Oyunu seyredenler, “Yaşasın millet, yaşasın Kemal, yaşasın cumhuriyet!” diye bağırarak yürümeye başlar. İstanbul halkının bu gösteri sonrasında Osmanlı yönetimi, başta Namık Kemal olmak üzere bazı Yeni Osmanlıları tutuklu olarak değişik yerlere sürerek hapseder. Yeni Osmanlılar hareketi, Türk siyasi yaşamında “parlamento, özgürlük, halka karşı sorumlu yönetim, cumhuriyet” gibi kavramların tartışılmasını ve yaygınlaşmasını sağlamıştır.
Montesqieu, Lamartin, Racine, La Fontain, Condorcet, Voltaire, Viktor Hugo, Rousseau ve Moliere gibi birçok yazarın yapıtlarını Türkçeye çevirdiler.
Yeni Osmanlılar Cemiyeti üyelerinden gazeteci Agah Efendi, arkadaşlarına şu isimleri yakıştırmıştır: “Namık Kemal’e Danton, Reşad’a Rochefort, Mehmed’e Robespiere, Nuri’ye Hernani, Ali Suavi’ye hokkabaz ve Mustafa Fazıl Paşa’ya da Cahil Chateaubriand.”
Bütün bunlar Türkiye’nin siyasi tarihi açısından önemli olduğu gibi günümüzün aydınlarına önemli hatırlatmalar olduğu kanısındayım.
Türkiye’de cumhuriyet yönetimi, uzun mücadelelerden sonra, 29 Ekim 1923 günü, Mustafa Kemal Atatürk tarafından ilan edilir.